An itibariyla karşımda Bü.
Bü benim dev peluş baykuşum. Düğme gözleriyle bana bakıyor.
Havadan mı hayattan mı bilinmez hasta oldum. Öyle böyle değil. Burnumda peçete nedeniyle oluşmuş yaralar, gözlerimde ağlamaktan beliren kırmızılıklar var.
Maddenin hallerini öğrendiğimiz ilk zamanlardı. Katının hiçbir kabın şeklini almaması, suyun oldukça uyumlu ama sıkıcı halleri, havanın görünmez sahtekarlığı vardı.
İnsanların halleri gibiydi. Bana dayatılan kaptansa olduğum gibi durup, baskılarla dalga geçiyordum.
Kafama çekiçle mi vuruldu, yoksa ortamın havasını sürekli değiştirerek beni kırdılar mı bilinmez değiştim. Ama ne su oldum ne hava.
Kanser hastalığının artması beni hiç şaşırtmıyor. Bunca bücür üzüntü nasıl tetiklemez daha beterlerini.
Birilerini çiğneyerek ulaşılmış gökyüzünde ne kadar kalabilir insan merak ediyorum. Sadece elini uzattığı bulut, bir hava kütlesi değil mi onu kandıran.
Unutuyoruz. Hayat kaynaklarımızı, daha doğrusu hayatımıza kaynak olanları unutuyoruz.
Kahkaha attığımız dostlarımızı, sevdiğimiz kokuları, yanında huzur bulduğumuz sevdiklerimizi... Sinirlerimizi dış dünya ile gerip onları değersiz dertlerimizle yaralıyoruz.
Sonra herkes yalnız kalıyor. Ve kimse kazanmıyor.
Sizi değiştirmeye çalışacaklar. Bunu olmadık süslü kelimelerle yapmayacaklar. Bunu keskin zeka ve zayıf yönlerinizle yapacaklar. Direnç gösterdikçe daha hızlı sıçrayacak sıkıntılar. Belki sonsuza kadar değişeceksiniz ama ağaçtan ne yaparlarsa yapsınlar sorulduğunda o koltuk gül ağacıydı, gürgendi, meşeydi o masa.
Değiştirmeye çalışmakla değişir görünen yüzü ama değiştirdikçe hiçbir zaman değişmez özü.
Benim diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.
Kuyruğuna basılmadığı sürece yastığında horul horul uyuyan kedi misali...
Bu yazıyı 12 yıldır dargın olduğumuz için değil, çocukluğumuzda bu kadar gülerken şimdi yan yana durup da konuşmadan aynı müziği dinlediğimiz için yazıyorum. Bu şekilde değiştiğimiz için çok üzgünüm benim en sevdiğim kuzenim.
Bü benim dev peluş baykuşum. Düğme gözleriyle bana bakıyor.
Havadan mı hayattan mı bilinmez hasta oldum. Öyle böyle değil. Burnumda peçete nedeniyle oluşmuş yaralar, gözlerimde ağlamaktan beliren kırmızılıklar var.
Maddenin hallerini öğrendiğimiz ilk zamanlardı. Katının hiçbir kabın şeklini almaması, suyun oldukça uyumlu ama sıkıcı halleri, havanın görünmez sahtekarlığı vardı.
İnsanların halleri gibiydi. Bana dayatılan kaptansa olduğum gibi durup, baskılarla dalga geçiyordum.
Kafama çekiçle mi vuruldu, yoksa ortamın havasını sürekli değiştirerek beni kırdılar mı bilinmez değiştim. Ama ne su oldum ne hava.
Kanser hastalığının artması beni hiç şaşırtmıyor. Bunca bücür üzüntü nasıl tetiklemez daha beterlerini.
Birilerini çiğneyerek ulaşılmış gökyüzünde ne kadar kalabilir insan merak ediyorum. Sadece elini uzattığı bulut, bir hava kütlesi değil mi onu kandıran.
Unutuyoruz. Hayat kaynaklarımızı, daha doğrusu hayatımıza kaynak olanları unutuyoruz.
Kahkaha attığımız dostlarımızı, sevdiğimiz kokuları, yanında huzur bulduğumuz sevdiklerimizi... Sinirlerimizi dış dünya ile gerip onları değersiz dertlerimizle yaralıyoruz.
Sonra herkes yalnız kalıyor. Ve kimse kazanmıyor.
Sizi değiştirmeye çalışacaklar. Bunu olmadık süslü kelimelerle yapmayacaklar. Bunu keskin zeka ve zayıf yönlerinizle yapacaklar. Direnç gösterdikçe daha hızlı sıçrayacak sıkıntılar. Belki sonsuza kadar değişeceksiniz ama ağaçtan ne yaparlarsa yapsınlar sorulduğunda o koltuk gül ağacıydı, gürgendi, meşeydi o masa.
Değiştirmeye çalışmakla değişir görünen yüzü ama değiştirdikçe hiçbir zaman değişmez özü.
Benim diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.
Kuyruğuna basılmadığı sürece yastığında horul horul uyuyan kedi misali...
Bu yazıyı 12 yıldır dargın olduğumuz için değil, çocukluğumuzda bu kadar gülerken şimdi yan yana durup da konuşmadan aynı müziği dinlediğimiz için yazıyorum. Bu şekilde değiştiğimiz için çok üzgünüm benim en sevdiğim kuzenim.
Yorumlar
Yorum Gönder